23 Kasım 2007 Cuma

GÜNÜMÜZDE ULUSLARARASI REKABET

BUGÜNKÜ REKABET ORTAMININ ULUSLARARASI PAZARLAMAYA ETKİLERİ

Uluslararası pazarlamada bugünkü rekabet ortamını dünyanın nüfus olarak en büyük ülkesi dolayısıyla da dünyanın en önemli insan gücüne sahip ülkesi konumundaki Çin’in yadsınamaz ekonomik büyümesi sonucunda dengeleri biranda değiştirmesiyle yorumlamak hiç de yanlış olmayacaktır. Çin’in rakipleriyle karşılaştırıldığında göreceli olarak nitekliksiz ancak ağır sanayii için önemli insan gücüne sahip olması bir tarafa; devlet desteği ve politikaları da Çin'in içinde bulunduğu rekabet piyasalarını ve dengeleri bu ülke lehine değiştirmeyi kolaylaştırmıştır. Dünya ticaret örgütüne üyeliğinin sonucunda doğan antlaşmalarla Çin’in kotalarının yavaş yavaş kalkmaya başlaması, Çin’in rekabet koşullarında kaliteli üretimi her ne kadar şimdilik çok fazla sağlayamadıysa da fiyat liderliği yarışında yukarıda saydığımız çeşitli sebeplerden dolayı rakipsiz hale gelmesini sağlamıştır. Üretimin batı pazarlarından doğu pazarlarına kayması AB’yi de önemli bir sekilde rahatsız etmiş gözüküyor. AB’nin tüm Avrupa ülkelerini yavaş yavaş birlik sınırlarına dahil etme çabası dünyadaki değişen dengelerle kıtanın artan korkusunu da yansıtıyor hiç şüphesiz.

Türkiye’nin bu değişen koşullar sonucunda hangi kutupta yer alacağına kararsız kalması yanında yıllar boyu kara sevda gibi tutulduğu AB’ne katılma çabası uğruna da birliğin istediği değişikliklerle ekonomisini rayına oturtma telaşı içine girmiş olduğunu görüyoruz. Çin ve Hindistan’ın nüfus gücünün yanısıra çeşitli sektörlerde tartışılmaz fiyat üstünlüğü kurmaları siyasi karar alma yapılanmalarını da değiştirebilecektir. Türkiye’nin de genç nüfusu ve büyüyen ekonomisiyle çeşitli altyapı eksikliklerine rağmen Avrupa Birliği’nin aradığı kan olacağını düşünmekteyim. Öyleki yıllar boyu Türkiye’nin birlik içine giriş çabalarını olumsuz üstelik de burnu büyük bir tavırla reddeden Avrupa şimdi kapılarını kafalardaki tüm soru işaretleri ve korkulara rağmen birazcık aralamış gözüküyor.

Küreselleşme terimi son on-onbeş yıldır sonuçlarıyla beraber sürekli tartışıladursun Avrupa’nın bu birlik hareketini tek bayrak-tek para altında birlestirmeye çalışması sonuçlarının ve birlik çıkarlarının öncelikle ekonomik olarak gözükse de nihai hedefinin siyasi olabileceği gerçeği önümüzde duruyor.

Uluslarası pazarlama boyutundan baktığımızda da artık dünya devi bir çok firmanın üretimlerini çıktığı merkez ülkelerden sanayiisi gelişmekte olan ve düşük maliyetle üretim yapan ülkelere doğru kaydırdığını görüyoruz. Söz konusu firmalar bu sayede maliyetlerini düşürüp kendi karlılıklarını devam ettirmeleri sonucunda varlıklarını ve büyümelerini sürdürebilirlerken, kendi ülkelerinde üretim sahalarını yavaş yavaş kapatmalarından dolayı istihdam ve ülke ekonomilerine katkısı daralmaktadır. Öte yandan teknolojik katma değeri yüksek ürünler açısından da rekabet Avrupa ülkeleri, ABD ve Uzakdoğu arasında baş dödürücü şekilde hız kazanmakta, bu firmaların pazarlama faaliyetlerini sürekli yeni çıkan ürünlerini tanıtmak için harcamalarına sebep olmaktadır. Bu da öteden beri önemli pazarlama faaliyetlerinden biri olarak adledilen tutundurmanın ürün bazından firma bazına kaymasına sebep olmuştur. Teknolojik değişime ve değişen küresel rekabet ortamına ayak uyduramayan firmalar mücadele edebilirliklerini yitirmektedirler.

Türkiye’nin hızlı teknolojik değişimlerde değişimi yaratabilen değil satın alan ülke olması ve sanayiisinin ekonomik katma değeri düşük olan ürünlere dayalı olması değişen dengelerde henüz söz sahibi olamayacağını göstermeye yetiyor. Öyleki ülkenin en önemli istihdam ve ihracat sektörü olma konumundaki tekstilin de değişen küresel ekonomik değerlerden önemli ölçüde etkileneceği düşünülüyor. Çin’in kalkan kotalar sayesinde tekstil sektöründe tüm piyasaları altüst edeceği endişesi bizim gibi ekonomik katma değeri nispeten düşük bir alana yatırım yapmış bir ülkede hiç kuşkusuz hissediliyor. Ülkemizin bu sektördeki en büyük avantajı olan hız ve AB ülkeleri içinse navlun ve gümrük bedellerinin olmayışını kullanabilmesi bekleniyor. Hiç kuşkusuz buradaki en büyük beklenti fason üretimle marka olan üreticilere tedarikçi olmaktansa kendi markalarımızı dünyaya sunabilmemiz. Ancak üreticilerimiz hazırlıksız yakalandıkları bu değişimle başa çıkabilecek markaları yaratabilmek için yeterli zamana sahip değil gibi gözüküyor. Keza markalaşma bir süreçtir ve altyapı gerektirir. Marka yatırım ister, markaların canlılar gibi hayat eğrileri vardır. Bu açıdan yaklaşım sergileyecek firma sayımız maalesef sınırlı gözüküyor.

Küresel değişimlerin dünyanın ekonomik dolayısıyla da siyasi dengesini değiştirmesinin yeni oluşumlar için hız kazandırmasının yanısıra bu değişimlerin ülkemize etkilerinin eş zamanlı olarak olumlu ve olumsuz olabileceğini gözlemleyebiliriz.

GÖKHAN KILLIOĞLU

Hiç yorum yok: